Mutsuzluğun Bilinci – E.M. Cioran

Her şey, unsurlar ve filler, seni yaralama da elbirliği ederler. Burun kıvırmanın zırhına mı bürünmelisin? Kendini bir tiksinti kalesinde tecrit mi etmelisin? İnsanüstü kayıtsızlıklar mı düşlemelisin? Zamanın yankıları seni son yokluklarının içinde de mağdur edeceklerdir. ..


Kanamanın önüne hiçbiri geçemediğinde, fikirler bile kırmızıya boyanır, ya da tümörler gibi birbirinin üzerine tırmanır. ..

Eczanelerde varoluşa karşı hiçbir özel ilaç yoktur – yalnızca palavracılar için küçük ilaçlar…

Peki, berrak, alabildiğine eklemlenmiş, vakur ve kendinden emin ümitsizliğin panzehiri nerededir?

Bütün varlıklar mutsuzdur; ama ne kadarı bunu bilir? Mutsuzluk bilinci, bir can çekişme aritmetiğinde ya da devasızlık sicilinde boy göstermeyecek kadar vahim bir hastalıktır. Cehennemin itibarını düşürür ve zamanın mezbahalarını kır şiirlerine çevirir.

Hangi suçu işledin de doğdun?

Hangi suçu işledin de varsın?

Acında kaderin gibi sebepsiz. Hakikaten acı çekmek, nedenselliği bahane göstermeden dertlerin istilasını kabul etmektir; çılgın tabiatın bir lütfu gibi, bir negatif mucize gibi…

Zamanın cümlesinde, insanlar virgüller gibi yer alırlar; sense onu durdurmak için, nokta olarak hareketsizleştin.

Çürümenin Kitabı – E.M. Cioran (Syf:32)

Karalanmış bir veda

Acı çekilen her saçmalığın içerisinde; ruhuna işleyen bu kokuşmuşluğu nasıl göz ardı edebilirsin? Özgürlüğün kamuflajında saklanan, bu cesetleri..


Daha dün! dünyevi olabilecek olguların arkasında yer alırken, bugün zamanın yorucu hasattın da, mahsulsüz öylece kalakalıyorsun!… Acı olan bu yaşamın özünden, isteklerini gün ve gün yitiriyorsun.. Ve sonucunda nihai yorgunluk; ardındaki işlenen bu cinayet, belirsiz kör bir ışık, seni bekliyor. Özünde seni.. Bir yamyam gb sömürüyor. Ve arkasından geviş getiriyor.

Benliğinde yer alan; boşluğun bütün uzuvlarını kapatacak, bir örtü bulacağını mı sanıyorsun? Yaşantının içerisinde onca ömüre dağılmış olan; birbirine benzeyen karalanmış vedalarla, bu yaşamı tüketmeyi mi düşünüyorsun?

Modern ölüm anlayışı bu olsa gerek. An ve an, bir-bir tüketilmek…Ümitsizliğin reçetesinde yer alan, ilk ve son kelime; “tüketilmek” ve “bu acıya son verebilmek” … Yitir dostum yitir!! Elindeki reçetenin, senin soluklaşan can çekişmelerinin, azdığı ana denk.. Yitir..

Şarabın kanımdaki arzuları fışkırtan seyri içerisinde, sizlere sesleniyorum yine, aynı sakar ve körelmiş tümcelerin içerisinde…

Karalanmış bir vedanın değersizliği, kısa ve öz bir dille Hamletçilik olarak görülür. Düpe düz bir hayat içerisinde yer alan, bütün gerçeklerin içerisinde, karalanmış bir vedanın, yerini dolduran, bir sürü acı ve ızdırap var.

Düşüşün romantizminin geçebileceği, en son mutlak labirent, bir tek orası var!! Yaşadıklarına karşı serbestleşmen gerekiyor. Özgürlüğün kamuflajında saklanan, bu cesetlerin, mezarlığında yürümen gerekiyor… Bak! Görüyor musun? Karalanmış bir veda, daha! Seni terk ediyor…

Bilinçsiz Benliğinden Gelen Kırılmalar

Yıldızlar Düşecek

Bazen hayatın içerisinde yer alan inişli çıkışlı yolculuğun ortasında; yolu ortalamış, hangi yöne bile gideceğinizi bilmeden, öylece kalakalırsınız. Ne size bakınan gözler, ne de hiçliğin coğrafyasında yer alan sizin gibi ölüler; ölçülebilir bir yansıma bırakabilir.


Uzamın paradoksal sancılarında bile, dokuz doğurmuş gibi öylece kalakaldığınız yerde bütün hezeyanlarınızı öylece peydahlarsınız, mikronsal görülebilecek bir yalnızlığınızın içerisinde…

Bazen çok mu çok uzun zaman geçer öylece yolun ortasında ilerleyip; kendinizi tecrit ederek sürgünde geçirirken… Gecenin içim–içim gelen karanlığında, yoktur sizi çimdikleyen..

Derken görüşünüz kısıtlanır, gecenin bilinmez karanlığında ve sessizliğinde bir ürperti doğar içinizden. Yavaş-yavaş yürüyüşünüzdeki senkronizasyon kaybolur, kaçışın nedenselliğini bilmeden koşuşturur bulursunuz kendinizi.. Hızlıca akıp giden bir solonun vahşiliği içersinde, delicesine koşuştururken.. yorgunluğun yaratığı, bu flu izdüşümün içerisinde, dinginlik tekrardan ele geçirir benliğinizi. Yine yolun ortasında öylece durmuşken…

Peki? Bizim gibi öylece uzamda asılı kalmış, sönük bir iz bırakan “Yıldızlar” ne zaman bizim gb düşecek!..

Gecenin zifiri karanlığında
Uzanmış olduğum yamacın ortasına
Bir yıldız düşecek
..Acı dolu ve yavaş bir ölümle yüzleşecek
İstenç bu değil miydi?
Yüzeye inebilmek yada yüzeye çıkabilmek.
Bu katmanda özgürce yürüyebilmek??
Paralel olan
ama
Farklı bir düzlemde duran
Bu Yıldızlar
Elbet de bizim gb düşecek…
Düşüşün ağır tahribatını bilmeksizin
Net görünmeyen
Düşlediği gibi olmayan
Bir düşüşün içerisinde
Lime-lime edilmiş
Düşmüşlüğün ..
Savunmasız ve çaresizliğin akıbetinde
Öylece gerçekleşen
Cinayetin içerisinde,
Karalanmış bir veda ile
Yıldızlarda elbette bizim gibi
Düşecek ve sönecek…

Bilinçsiz Benliğinden Gelen Kırılmalar

Hedef Boş..

Intro

Merkezinde yer alan kaçışın içerisinde,
Bir fişeğin savrulmasını andıran,
Aksak-aksak yol alan
Bu, düşüşün içerisinde
Hey Sen!!
Tescilli Kaybeden!
Kendini imha etme kaynaklarını
Bulabildin mi?
Çok uzaklar?
Ama …
Ama… Yine de, seni çağırıyorlar!!
Denizin ötesinden haykırıyorlar.
Ama
Yine de..
Hedefini Bulacak mı?
Asla Bilmeyeceğim
Uzaklardan patlayan fişeğin,
Sesinin, neden bu kadar geciktiğini..

FiŞeK

Tonlamaların yarattığı yoğun buhranın içerisinde, zaman ve mekânın tepe taklak olduğu bir gece de; sanrıları bile yerinden kudurtan bir fişeğin çıkardığı gümbürtüyle, yerimden kalkıp, birazcık da olsa, sendelendim… Alışagelmiş, sakarlığın zerresinde…

Tekrar ve tekrar, bir çıtırtı duydum o gece.. Peki sen duydun mu? Bir fişeğin çıtırdayışıyla, her şeyin öylece “pıt” diyip, soluksuz kalan, anlamsızlığı bile hiçe sayan, terk edilişini… Bir canavarın yarattığı vahşiliğin içerisinde, en sonunda, ruhum bedenimden kaçabilmiş!! barutun fişekten kaçabileceği bir derece de..

İçeride her şey, anormalliğin “Tam da budur!” diyebildiği noktadayken; dışarıdan bakıldığında, hiç mi hiç değişmemişti. Ve iştahımıza boyun eğmiştik, çarpışma gittikçe şiddetleniyor..

Outro

Düşüşün romantizmini,
En uykulu hallerim de bile,
O can çekişen
Ölme sınırında;
“O”
Aynı nostaljiyi…
Tekrardan, canlandırabilir mi?
Ölü bir cenin!!
Soğuk siyah gökyüzüne uzanıyor.
Ama
Yine de..
Hedefini Bulacak mı?
Oyunu oynayan,
Mutlaka ölmeli!…
Bu umutsuzluğun
Mutlaka bir vurgusu olabilmeli..

Bilinçsiz Benliğinden Gelen Kırılmalar