Sürgün-ü İtfah

bu nasıl bir hezayan,
bu nasıl bir tramva,
hasret çekiyor insan,
şarabla aynı tazelikte
sunağa koyulduğu sırada,
içimdeki benin,
bir casus edasıyla..
neden!!
tersinir şekilde davranmakta???
ve yine ..
“hadi ulan!! uyan!!”
eskileşmiş bir deyimle
arşın arşın benliğime
doğru yaptığım yolculukta…
manici mi, manici
bir körpeyi tartaklarken
gerçekliğin tarafında bile!
tahmin edemediğim bir sayıda,
tümceleri kurcaladığımda…
bu nasıl bir gümbürdeme?
yatağımdam nasıl kaltığımı bile bilmiyorum…
sadece biraz,
kesintisiz uyku niyetindeyim..
psikolojik zırvalarını bırakta arkadaş,
sen!!
yaklaş bakalım yanıma biraz!!!
hayat senin için;
artı bir ekseriyette ilerlerken,
bırakta!!
varsallığın
gerçekleşemeyen hücresinde,
yokluğumda
biraz daha,
hiç ziyaret etmemiş gibi,
sürgünde geçireyim…
güçlük çıkaran sarhoşlar,
işyerinde dırlayan amirler,
kuvvetli kocasını kapı dışarı edebilen hatunlar,
zor konuşuyordu,
o konuşurken!!
gizli bir el yordamıyla,
darağacı küçülüyor insanın
böyle bir insana!! nasıl?? güvenebilirim ki??
insan dirimsellik kazansa da,
sürgüne katıltığım kentte,
develere hendek atlatmaktan vaz geçtim..
sizin kendi özeliniz veya özneniz içerisinde sorunlu olupta,
psikolojik zırvalıklarla kapattığınız şey;
sanki ulu ortada!!
benliğinizin kafesin arkasında, düş kırıklığına uğratacağımın farkındayım.
kısa bir süre yerinizden kımıldamayın!!!
Tenezül etmeyip ayaklarını sürüye sürüye uzaklaşın!!
sorunsuzluğunu pekiştiren şey?
gerçekler veya karpit suyuna atılmış bir yaşama sığınmak,
ötesinde başka bir şey değil. başka bir söze gerek yok…
İşte bu yüzdendir ki, sürgüne ithaf ım.
Tek bacaklı ihtiyar,
Ne işim vardı burada?
söylermisin,
develer nasıl kesilir mezbaha da?


Bilinçsiz Benliğinden Gelen Kırılmalar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder